Şeyh Efendinin Politik Sırrı (15) ZEMHERİ (1)
Kadiri meşayıhından İsmail Efendi, Beyoğlu'ndaki Kadiri Tekkesi'nin son şeyhi idi. O, bir zemheri döneminin aktörü olduğunun farkındaydı. Bütün azalarıyla idrak ediyordu ki, hiçbir şeyin eski tadı kalmamıştı. Ne şeyhler şeyh, ne dervişler dervişti. Kesif bir dinden ve dini değerlerden uzaklaşma kasırgası Osmanlı Toplumunu etkisine almış, sağa sola savuruyor, belalar sanki dağdan gelir gibi devletin ve milletin üzerine sel gibi akıyordu.
İsmail Efendi, dergahın geleneğine tabi olarak Pazar günleri öğle namazından sonra Celaleyn Tefsiri'nden tefsir dersleri yapardı dergahta. Bu derslerinde bir yandan toplumdaki inanç savrulmalarına karşı dervişanını hazırlamaya çalışıyor, bir yandan onları günahlara karşı uyanık kılmak için uğraşıyordu.
Zemheri o kadar güçlüydü ki Payitaht İstanbul'da neredeyse girmediği ev kalmamıştı. İsmail Efendi dahi bir ruhani şahıs olarak tebliğ ve irşadın ardından tekkeden ayrılıp dergahın meşrutasındaki evine geçince bambaşka bir iklime ve aleme adım atmış oluyordu. Yüzlerce dervişine iki kelam ile çok şey anlatabilen İsmail Efendi, kendi hanesinde sözünü geçiremiyordu. Bir çok büyük zat gibi Onun da imtihanı en yakınındaki kişilerdi.
Sultan II. Abdülhamit döneminde kurulan modern liselerden birinin son sınıfına devam eden oğlu Kamuran, öğretmenlerinin teşvikiyle Fransa'ya gidip mühendislik tahsil etmek istiyordu. Okul müdürü bizzat kendisine kadar gelerek “Bu çocuk çok zeki. Biz Onu yurt dışına tahsile gönderelim” demiş ve bunun için müsaade istemişti.
İsmail Efendi ise zaten dini ve tasavvufi konularda pek bigane gördüğü, toplumda ortaya çıkan yozlaşmış adet ve geleneklere temayülü olduğunu bildiği oğlunu Fransa'ya göndererek hepten kaybetmek istemiyordu.
Ve lakin neredeyse her akşam evinde işte bu tartışmanın odağında buluyordu kendisini. Darulfünun'a devam eden kızı ile eşi, “Kamuran'ın Fransa'ya gitmeyi, mühendis olmayı çok istediğini, bu gidişin çok faydalı olacağını, bunun için artık engel olmaktan vazgeçmesini” İsmail Efendiye empoze etmeye çalışıyorlardı .O ruhani zat, evde her akşam bu tartışmalardan dolayı köşeye sıkıştırılmış adeta bir yavru kedi konumundaydı.
Uzun kış gecelerinden birinin sabahında İsmail Efendi uyanır uyanmaz yanındaki eşine, “Tamam, konu anlaşıldı. İşin aslını bilenler için; ‘olan da bir, olmayan da bir.' Kamuran'a söyleyin Fransa'ya gitsin” dedi.
Bir kaç ay süren uzun münakaşaların ardından bu müjdeyi alan Kamuran, büyük bir heyecan ve sevinç içinde Okul Müdürünün bulduğu özel bursla mühendis olmak üzere Fransa'ya gitti.
İsmail Efendi ve ailesi Kamuran ile ilk başlarda mektuplaşıyorlardı. Ancak İsmail Efendi için her gelen mektupta oğluyla hasret gidermek yerine yeni bir duygusal kopma daha yaşanıyordu.
Kamuran mektuplarında Batının ve Fransa'nın fani değerlerini yücelterek övgülerde bulunuyor, Osmanlı Devletini ve toplumun değerlerini çağın gerisinde kalmış olmakla suçluyordu.
Toplumu kuşatan zemheri, bütün şiddetiyle esmeye devam ediyor, sıkıntı ve belalar dağın üzerinden art arda geliyordu. Tıpkı bir film sahnesinde yaşanmışçasına, önce Sultan II. Abdülhamit İttihatçı darbeciler tarafından devrildi. Sonra başa Sultan Reşat geçirildi. Sultan Reşat daha tahtına yeni oturmuştu ki Balkan ülkeleri hep birden Osmanlı devletine saldırdılar. Bütün Rumeli vilayetleri hatta Edirne düşmanın eline geçti.
Sultan Reşat'ın vefatının ardından Sultan Vahdeddin tahta oturdu. Sultan Vahdeddin daha tahtına yeni oturmuştu ki bu kez İttihatçıların bir tertibiyle Osmanlı Devleti kendisini I. Dünya Savaşında buldu.
Osmanlı Ülkesi savaş sırasında bir sonbahar yaprağı gibi halden hale savruldu. Sonunda I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Milleti, geriye kalan topraklarını kurtarmak için bir Kurtuluş Savaşı başlattı ve düşmanı Anadolu topraklarından attı.
Dile kolay, 1911 yılındaki Trablusgarp savaşından beri, Anadolu halkı yaklaşık 10 yıl boyunca cepheden cepheye koşturmuş, evinden gidenler bir daha geriye dahi dönmemişlerdi.
Bu zemheri günlerinde İsmail Efendi, dervişana bir yandan tebliğ ve irşada devam ediyor, bir yandan da şehirdeki garip gurebanın ve muhacirlerin dertlerine derman olmaya çalışıyordu. Yorgun göçmen kuşlar gibi toplumun bütün zayıf kesimleri bir şekilde dergahın ve İsmail Efendi'nin kapısını çalmıştı bu 10 yıllık bela günlerinde…
Tam her şey bitti, düşmandan artık kurtulundu denilirken yeni bir imtihan kasırgası daha esmeye başladı ülkede… Şimdi de devrimler fırtınası başlamıştı…
Tam da o günlerde uzun süredir Fransa'da tahsil gören ve mühendis olan Kamuran evine dönüş yapmıştı. Ne var ki Kamuran bir kişi gitmiş iki kişi olarak dönmüştü. Yanında eşi olduğunu söylediği bir Fransız bayan vardı. Kamuran, babasına ve diğer ev ahalisine uzaktan selam gönderip Beyoğlu'nda bir apartman dairesine yerleşmişti. Ardından da Hasköy'deki havagazı fabrikasında çalışmaya başlamıştı.
1925 yılının Kasım ayının son haftalarına denk gelen soğuk ve karlı bir Pazar günü İsmail Efendi tefsir dersinin ardından yaptırdığı zikirden sonra hüzünlü bir ses tonuyla “Kardeşlerim bu sizlerle son toplanmamızdı. Haftaya bu dersimizi ve zikrü devranımızı yapamayacağız. Çünkü hiç birinizin aklına hayaline gelmeyecek gelişmeler olacak. O yüzden bana hakkınızı helal edin. Sizler de Aman dininizden vazgeçmeyin. Son nefesinizde ne halde olmak istiyorsanız, daima o halde olun” dedi.
Bir süredir olan gelişmelerden herkes bir şeyler olacağını sezinliyordu. Ancak olayın bu boyuta geleceği kimsenin aklına bile gelmemişti.
Dervişler hep birden ağlaşmaya ve yakarmaya başladılar. Herkes yörüngesinden savrulmuş birer gezegen gibi boşlukta döner vaziyette iken İsmail Efendi tekrar söze başladı. ”Kardeşlerim, Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: Mümin bir ota benzer. Felaketler sırasında rüzgarın önündeki ot gibi yana yatar. Kafir ise bir ağaca benzer. Fırtına sırasında devrilerek yıkılır. Sabredin, bu zemheri de bir gün gelir geçer gider. Unutmayın gelecek bizimdir.”
Dervişlerden biri “Siz bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz efendim?” diye hıçkırdı.
İsmail Efendi hüzünle tebessüm ederken doğrulup ayağa kalktı. Son bir bakışla bütün cemaatini süzdükten sonra,
“Tekrar mülaki oluruz bezmi ezelde/ Evvel giden ahbaba selam olsun erenler” mısraını okuyup ruhani adımlarla kapıya doğru yöneldi.
Bir kaç gün sonra tekke ve zaviyelerin kapatıldığı haberi gazetelerde yerini alınca dervişler işin aslını anladılar. Büyük değişim ve dönüşümden tekke ve zaviyeler de nasiplerini almışlardı.
Haberin ardından İsmail Efendi tekkenin meşrutasında inzivaya çekildi. Zemheri ile birlikte gelen haberlere ve değişime daha fazla dayanamayarak bir gün füc'eten vefat etti.
(Devam Edecek)